HİKAYELER



RABİA NENEM’DEN (RABİA ERMAN) DİNLEDİĞİM HİKÂYELER

 

ÇİFTLİKTEKİ İİTİYAR


Çiftlikte çok yaşlı, saçı sakalı ak pak, kimi kimsesi olmayan bir derviş yaşaardı. Bu adam kaynatam Osman Ağa’dan çok yaşlı, onun babası Koç Meemet Ağa zamanından kalmaydı. Bu iitiyar misafiranenin bir tarafında yatır kalkar, izmekarlar yeeceeni getirirler, kimse ona saygısızlık yapmaz, ıştırmaz, raatsız etmesdi. Bazıları onun bir Bektaşi dervişi olduunu süülerdi. Çiftlik etrafında tekke harabeleri vardı.

Kaynatam Koç Osman Ağa pek çiftlk işlerine karışmasdı. Kayınnarım büük uulu Sali Ağa, en küçüü Sefidin Ağa sırtlarında tüfek, at üstünde avda, şurda burda vakıt geçirirlerdi. Ortanca uul Alim Ağa çiftlik işlerine, esap kitap işlerine bakardı. Osman Ağa çucukların bu aynacılıına çok sıkılırdı.

Bir aaşam üstü dış avludan öte üüsekçe bir tepenin üstüne çıktı. Meradan dönen ayvannara, öteye beriye kaçışan çobannara bakınır durukan içi iice sıkılır. Bu iki çocuua naapsa, er iş Alim Ağanın üstünde. Aaşam üstü Osman Ağa bu düşüncelerle ayak üstü bakınır dolayana. Ak sakallı derviş o saatta gelir dikilir karşısına, Osman Ağadan ekmek isteer. Osman Ağa’nın sıkıntısı üstüne, Dervişe kimsenin bakmadıına öfkelenir. Dervişe “git be dede başımdan. Şimdi vaktı mı?” diecek olur. O vakıt derviş döner ardını gider.

Hayvanlar yerleşmiş, sağım işine başlanmış, ortalık sakinneşmiş. Osman Ağa biraz kendine gelmiş, konaa duuru yürümee başlamış. O sırada aklına Derviş gelmiş. “Acep nooldu” dii misafirhaneye dönmüş. Dış kapıyı açmış. Bir de ne görsün! Derviş Dedenin önünde bir yer sufrası, sufra ortasında yemekler. Dolayanında mumlar sıralanmış. Ortalık nur gibi aydınnanmış. Osman Ağa şaşkınnıktan içeri girememiş. Dervişe de hiçbir şey sormadan geri dönmüş eve. Olannardan annatamamış kimseye. Bu aller onu çok düşündürmüş. Orandanın arasında oturamaz olmuş. Avluda ayrı bir odacık teer; yaparlar. İçeri kimse girmes. Lazım olan eşyayı oraya taşırlar. Bana Rabye gelinim baksın deer. Bir pencereden ekmeeni suyunu, çamaşırını uzatırım. Er keresinde dua eder. Kaynatam Osman Ağanın son vaktına kaa, Alim Agala barabar ben baktım. Alal olsun. O küçük evde raametli oldu..

 

ÇİFTLİKTE BİR CADI HİKÂYESİ

Bir de cadı meselemiz vardı Nadaroş’da. Büüklerimiz süülerdi. Nadaroş’un ötesinde oturan Müslümanlar da vardı. Bu komşularımızdan İbrayim Aga adında biri ölmüş. Çiftlee taa yakın olan bir de mezarlık vardı. Buralarda Bulgarlarca çıkarılmış ve erkezin bildi bir laftı toprakta cadı damarı olduu. Bu Bulgarlar cenazeleri oldu zaman cenazeyi gömdükleri yerde cadı topraa var mı yok mu annamak için mezarın üstünden tay atladırlarmış. Tay cadıcılar tarafından mezara duuru çevrilir; eer tay fırk fırk yapar geri geri kaykılırsa, o mezar cadı damarındadır derlermiş. İbrayim Aganın taze mezarına da büüle yapmışlar. Cadıcılar tayı mezara duuru çekmek isteyinker tay fırk fırk yapmış, geri geri kaykılmış. Cenaze saybisi cadıcılara mezarı açtırmış bakmaa. Mezarı açmışlar. Cenazenin kefinini aralayıp yüzüne bakmışlar İbrayim Aganın. Bir de ne görsünler, mozmor bir çiire, fırlamış patlak iki göz, İbrayim Aga sade bakar. Cenaze sayipleri korkmuşlar. Cadıcı demiş, “ne teersiniz, naapalım?” Onlar, “ yakılsın” demişler.

Bu Bulgarların adı Bulgar, epicii bizim gibi konuşur. Ama adetleri iristiyan dinine göre. Bulgaryanın içinden bunları Konstantin milletinin kıralı getirmiş. Bunların birkaç kuşak dedelerimiş buraya gelenler. Em bizim gibi konuşur, em Bulgar dilini. Bunlar bize Uuz derler. “Soyumuz çok öteden gelir” deerlermiş. Bu Bulgarlar cadı meselesini köklerinden getirmişler. Cenazelere maakak bu tay atlatma işini yaparlarmış cadı damarına gelmesin dii. İşte bizim Müslümanlar da bu adeti bunlardan almış. İbrayim Agaya kaa bu iş gelmiş.

İbrayim Agayı mezarda yakmak içi açık mezarın üstüne çalı çırpı yıımış cadıcılar. Bunların ellerinde palalar var. İki kişiler. Çalıları tutuşturmuşlar. Yüüselen alevlerin etrafında palaları saa sola sallarlarmış, cadı dışarı kaçmasın dii. Mezarın dolayanında cenazenin sayipleri ve meraklılar korku ve merakla olanlara bakaarlar. Alevler alçalmaa başlayınca ter içinde kalan cadıcılardan biri; yanındakına “Abe, kaçtı bu kodoş, yakamadık”. Öteki cuvap vermiş “Yok beyavu, kaçamaz. Anamız kuvalandı pala sallamaktan.” Beriki israr etmiş, “Kaçtı, kaçtı. Kulamın arkasından vınn etti. Tıpkı kurşun sesi gibi”. Çevredekilerin umudu kalmamış bu aberden ötürü. Ceset kalıntılarını tekrar gömmüşler “inşalla yanmıştır” deerek. O gece saakin geçmiş. Cenaze evinde ertesi gece Cadı İbrayim Aga kendi evine dönüp oraya musallat olacaana, mezarlara yakın olduuna Nadaroş Çiftline, bize gelmiş. Gece kilere girer, yaa çömleenden manda yaalarını yeer, yarısına kaa, sıçar içine katıran gibi bok. Er gün yeer yaaları, sıçar kara boku, sanaarsın katıran. Soona başladı mı avurdaki biigirlerle oynamaa pısta kalası cadı. Çözer ayvancıkların yularlarını, kuyruklarını baalar biribirine. Avurda bir kişneme, bir çaarışma, bir güpürtü, sanaarsın kıyamet kopar. Erkekler iner bu sese, avuru açarlar. Açan ne görsünler, ayvancıklar ter içinde. Neyise, ayvancıkların terlerini silmişler, kuyruklarını çözüp, uuşamışlaar, sabaa karşı avurdan ayrılmışlar. Bir iki gün tüfekle nöbet tuttu hizmekarlar. Ortalık sakinleşince nöbet kaldırıldı. Ertesi günü Cadı İbrayim Aga gel sen gene; aç avuru, çıkar ayvancıkları avluya, pin üstlerine, avluda yerden yere kuvala. Gebertecek ayvannarı. Ertesi sabaası izmekarlar gelip vaziyeti süülediler. Ayvanlar bitkin, kuyrukları, yeleleri karmakarışık örülmüş. Cadı tam bir baş belası. İice dadandı çiftlee.

İki kaynım ve biz üç kardaş, erbiri ayrı ayrı ikişer katlı evlerde oturuz. Yaz olduundan üst katlarda yatarız. Erkeklerin başları ucunda tüfekler asılı duru. Cadı başladı geceleri kiremitlee mezarlık kayganası taşı atmaa. Kime atarsa, o tüfeenle karanlaa patlatır. Cadı saten görünmez. Başa çıkılacak gibi diil. Bir akşam yer sofrasında oranda büükleri akşam yemeene oturdu. Doyan erkekler sofradan kalktılar. Soona hanımlar ve küçük ufaklar oturdu. Alirza taa küçük. Öbür ufaklarla barabar ekmek yeerler. Dışardan mı nerden geldi bilmeyiz; taak dee bir mezarlık taşı sofranın orta yerine düşdü. Annadık gene cadı geldiini. Oranda artık cadıya alıştıı içi; ufaklardan birisi, Alirza’ya “süüle taş atacaana armıt atsın” desin deer. Alirza taa aazını açarka, taak bir yeşil armıt sofra üstüne. Yenecek gibi diil.

Hizmekarlardan birini Nadaroş’a gönderdiler Cadıcıyı seslemee. Cadıcı,
İbrayim Aganın küüsünde filanın düünü var. Gece Cadıyı oraya düün evinin kapısına kaa götürün. Çiftlikten götürüke Cadıya “İbrayim Aga! Filanın evinde düün var. Ayden gidelim!” dii seslenin. Elinize bir teneki ile sopa alın. Tenekiyi çala çala düün evinin portasına kaa gidin. Tenekiyi içeri sokmayın. Annaar düün saybisi. Porta kapılardan taa girmeden aykırın aane saybine. “Biz geldik. Misafirimiz de var” deyin. O size “Buyurun buyurun” deerke, dalın içeri. Cadılar davul, zurna, kabran sesini pek sever, oynaar. Siz taa davullar bitmeden yavaşça sıvışın, eve dönün. Cadı da orada kalır.

Cadıcının tenbiisi ertesi günü tarif ettii gibi yapıldı. Geç vakıt oldu. Düün evinden yavaaşçık kalkıldı. Çiftlee portadan taa gireekene, ne bakaasın, cadı bizden önce dönmüş, teneke çalaar, tan tan tan! Eeyva dedik, cadı bizden önce dönmüş bizi karşılaar.

Cadıla başa çıkamamaktan iice bıktı çiftlik halkı, canına geçti. Cadıcıları tekrar çaardılar. Cadıcılar tüfeklerle, davulla zurnalarla geldi. Biz ne yapacaklar dii merak ederke Cadıcılar adamları topladılar. Onlara:
- Biz miidanda davul zurna çalacaaz aaşam vaktı. Cadı oynamaya çıkacak. Onu görüü gibi bizim baktıımız tarafa bakacaanız epiciiniz. Biz tüfekleri ona çevireceez. Cadı tam oyuna dalarkaa tüfekleri patlatacaaz. O vakıt kim varsa dolayanda “Cadı vuruldu! Cadı vuruldu!” dii aykırarak süüleyin.ufaklara da tenbii edin, onlar da üüle süülesin, başka türlü süülemesin.

Cadıcıların bu nasaatından sonra, aaşam üstü meraklılar toplaştı. Davulcu çalmaa başladı. Bir vakıt soona cadıcılar “çısın” işareti verdi parmaanla. Tüfekleri bir yana çevirdiler. Oplaya oplaya ziibek oynar gibi, gözükmeen cadıyı gözle görür gibi taakip ettiler. Erkez o tarafa gözlerini dikti. Cadıcılar çalgıcılara “durun” işaareti verdi. Tetie bastılar, tüfeklerin sesile barabar herkez bir aazdan “Vuruldu, vuruldu!” dii çaarıştı. Cadıcılar öbür tarafta bir yere çöndüler. Yere yayılmış kara tavuu görmeleri içi ahaliye izin verdiler. Cadı vurulmuştu, kanı da yerdedi. Meraklılar sordu: “Aga bu Cadıyı sen gördün, naz bir şey bu meret?” Cadıcı kaaraman gibi “Kara tavuk, kara tavuk!” dedi ve ediyelerini alıp gülerek gitti.

KAYLAR PAZARINDA BİR PETMEZCİ


Adamın biri Kaylar Pazarına petmes getirmiş satmaa. O günlerde petmes küp içinde satılırmış. Pazarda petmes küpleri pazarcının önünde sıra sıra duru. Aazlarında taata kapaklar. Üstünde bir tepsicik. İçinde susak kepçeler. Petmesci gelen geçene “Buyurun agalar petmes vereyim, petmesim te şüüle, te büüle” deermiş. Metetmee çalışırmış petmesini. Biraz soona önünde bir adamcık piida olmuş. Elinde bir çanak duru. Petmesci “Buyur aga” demiş. “Ne teersin?” O da “petmes teerim. Petmesin naz?” Petmesci “Açayım da tatasın” Kapaa kaldırmış, kepçeyi sokmuş küpe. Şööle bir daldırmış, ne görsün, bir küçük sıçancık yatır petmesin içinde. Emen el çabukluula iki parmaanın ucunna tutmuş kuyrucuundan sıçancıı reçeldeki armutu sapından tutar gibi. Yukarı kaldırıka “Maacun! Maacun!” demiş. Petmesler “maacunun” üstünden aşaa duuru sıyrılırka, sıçan miidana çıkmasın dii, başını yukarı dikerek, atıvermiş aazının içine! Soona petmesi koymuş adamın çanaana. Adamcık annamamış petmescinin sıçancıı yuttuunu. “Madam petmesin ii” demiş, “Koyuver iki kepçe taa”

“ÇUKK” DEDİM YAA


Rumelinin bir ormanlık kasabasında çiftçilikle yaşayan bir kasabalının öküzlerinden birisi korulukta otlarka kaybelmiş. Karşılıklı iki tepenin birisini iice arayıp öküzünü bulamayan kasabalı, geze geze çok bayılmış. Üüsekçe bir kayanın üstüne çıkıp bir cigara sarmış. Biraz diineneyim diye çömelirke, karşı tepede bir balta sesi duymuş. Biraz dikat edince bu insancığın komşularından alık Meemet olduunu anlamış. Ayaa kalkıp ona duuru bütün kuuvetinne aykırmış.
Ööööyyy Meemet! Bizim kıımızı götlü öküzü göömedin mi?”
Meemet aykırmayı duymuş ve o tarafa bakarak “çukk” demiş.
Aykıran adam beklemiş Meemedin cuvabını. Meemet cuvap vermes. Sade alık alık bakar. Kızmış, Meemedin yanına gitmiş. Yanına gidince öfkele ona:
Abe niçi çısarsın? Cuvap veemezsin?” diye çıkışmış. O da:
Abe çukk dedim yaaa! Çuk dedim yaaa” demiş. Meerse Meemet kendince adamcağızı cuvaplaarmış.

ANACIĞIMDAN (SEYYİBE ERMAN) HİKAYELER


MEZAR SOYGUNCULARI


Vaktıla iki aabab varmış. Yedikleri içtikleri ayrı gitmesmiş. Bunların işi, yeni ölenleri mezarda soymak. Üürenmişler küün birinde zengin bir adam ölmüş. Aazı altın diş kaplı. Cenaze sayipleri cenazeyi küün ötesindeki mezarlaa karda kışta zornan götürmüşler. Ocanın duasından soona küüe dönmüşler iç bi tarafa bakmadan. Soyguncular bunları uzaktan uzaa sineerden sineerden takip etmişler mezarı üürenmek içi.

Soora geri dönerler. Küün dışında veran bir evceez bulurlar. Gündüzü orda geçiriler. Gece ay çıkmış. Kaar diz boyu. Kürekleri almışlar. Mezarlara gitmişler. Ertaraf çok sessiz, sakinnikmiş. Küün insanı çoktan uyumuş. Uzaktan çoban köpekleri kesik kesik afkirirlermiş. Birlikte mezarı eşmişler. Cenazeyi çıkarmışlar. Yola kuyulmuşlar. Sırayla taşımışlar cenazeyi. Veran eve gelmişler. Ceset kazık gibi buz tutmuş. Kapı arkasına dayamışlar. Ocaa yakmışlar. Çok dondukları içi ısındıktan soona ölünün dişlerini sökecekler. Ocakta yanan odunnarın yalımı ile duvara düşen gölgelerini siiretmişler bir eyam. Biri demiş “Adam epii zenginmiş. Abe aazı altın doolu. Sökersek çok para alırız. Soona ocaa biraz taa odunna beslemişler. Odanın avası iice yumuşamış. Yalımları siirederke içleri geçmiş iice. Gözleri kıpışmaa başlamış. Vakıt ta tam gece yarısı. Aniden arkalarından bir gümbürtü kopmuş. Ceset sarsılarak kapıya duuru harekete geçmiş. İki aabap ırsız iç bakmadan ölüye zorla kapıyı açıp sıpıtmışlar kapı dışarı kaçmaa. Korkuula bir de suuk avanın tiisiriyle zanti gibi titremişler. Bir yarım saat içeri girememişler. Soona korka korka kapıya sokulmuşlar. Kapıyı üftermee çalışmışlar bir ellerinde odunna. “galba cenaze canlandı. Kapıyı açmaz, o da üfterii” diye içlerinden geçirmişler. Korkula ordan kendi evlerine kaçmışlar. Ertesi günü koliba dolayanında afkiren köpeklerden şüpelenen çobanın biri, kapıyı üftere üftere açmış. Ceseti bulmuş

Meer ceset ocak yanarka buzları çözülmüş, gevşemiş. İki ayaa kapıya dayalı sırtüstü yerde yatarmış. Çobanla cenaze sayipleri bişey annamamışlar. Sanmışlar ki adam cannanmış; küüye gelirke oraya sıınmış, burda da suuktan donmuş. Cenazeyi alıp tekrar gömmüşler.

DAALAR GİBİ DAYIN ÖLDÜ


Adamın birinin dayısı ölmüş. Gecesi dayı karısı onu ölü alvasına çaarmış. Cenaze evine gelen ısım akraba koca yer sofrasının dolayanına oturmuşlar ölü alvası yemee. Biras soona ortaya koca bir tepsi içinde ölü alvası gelmiş. Dayı evine ölü alvası yemee gelen bu yeen aç gözlü, ekti birimiş. Gamsız gamsız almış orta yerden bir alva erkezden evvel. Alva taa enüz ocaktan çıkmış, yanaar. Yutarka buaazı yanmış. Etrafa bakarak “Yandım anam, yandım!” demiş. Cecesi bunu duymuş. “Helbet yanaarsın be evladım, daalar gibi dayın öldü” demiş. Yeen kendine gelince “Diil be cece” demiş. “Alvadan yanarım alvadan! Su getir.”

BİR ANIM: DEMİR ÇİNGENE


Lozan Mübadelesinde 1924’te başlayan göç sırasında Müslüman Türk halkı ile birlikte, sayılarını kesin bilemediğimiz miktarda Rumeli’de yaşayan Müslüman Çingeneler de Türkiye’ye iskân edildiler.

Doğduğum ve delikanlılığa kadar yaşadığım Tokat’ın Zile İlçesinde söz konusu Çingenelerden iskân edilmiş beş-altı aileyi hatırlarım. Bu kişiler Yunanistan Kayalar yakınlarındaki köylerde yaşayan yerleşik Çingenelerdir. Her aile tek katlı kerpiç binalarda otururlardı. Evlerinin içi kireç badanalı, aydınlık, düzenli ve temizdir. Çevreye zarar vermezler. Komşulara saygılıdırlar. Kadınlar genellikle ellerine kına yakarlar. Erkeklerin saçları tıraşlıdır. Aile büyüğü erkekler ve özellikle gençler daima temiz giyinmeye özen gösterirler. Yaşlı erkeklerin meslekleri genellikle düğünlerde ve eğlencelerde klarnet, ud, cümbüş gibi müzik aletlerini çalmaktır. Rumelili mübadillerin düğünlerine bu çingeneler çağrılır. Düğünlerde çalgıcılığın bir fiyatı olmamakla beraber, düğün sahibi onları tatmin edici bir ücret vermeye gayret eder. Onlar da düğün sahibinin varlık durumuna göre verilen ücreti kabullenir. Kadınlarından daha çok yaşlıları da düğündeki kadınların tarafında kabran (tef) çalar, Rumeli türküleri söyler.

Rumeli mübadil Çingenelerinin bütün mübadillere karşı davranışları saygılıdır. Mübadiller de onlara karşı hiçbir aşağılayıcı davranışta bulunmazlar. Yaşlılar gençlere de bu davranış tarzını aşılamışlardır. Gençler hiçbir zaman yaşlı Çingenelere adıyla hitap etmezler. “Döndük Abla”, “Demir Aga”, “Aziz Amuca” şeklinde hitap ederler. Rumeli Çingeneleri, etraflarında yaşayan diğer insanlar gibi Rumeli lehçesiyle konuşurlar. Onlar Rumeli Türklerinin adet, anane ve görgüsünü aynen kabullenmişlerdir. Lozan Mübadelesinde de onlarla beraber Türkiye’ye muhacir olmuşlardır.

İşte bu Çingenelerden birkaç hane de bizim Nadaroş Çiftliği civarında oturuyorlarmış. Dedem Koç Halim Ağa, onları çok kollarmış. Kimsenin onlara ilişmesini, rahatsız etmesine izin vermezmiş. İhtiyaçlarını da karşılarmış.

1951 yılının Ağustos ayında, Deniz Gediklisi olmak için İstanbul’a gitmek üzere elimde tahta bavul, ayaklarımda asker postalı, üzerimde basit bir kıyafetle Zile’nin beş kilometre uzağındaki tren istasyonuna doğru düşünceli düşünceli yürüyordum. Yaklaşık beş kilometrelik yolu yürüyerek İstasyona varacaktım. Paramı dikkatli harcamam lazım. Bir ara bavulu yere koyup, biraz nefes almak için etrafa bakarken, yanıbaşımda bizim Çingenelerin en yaşlısı “Demir Ağa”yı buldum. Demir Aga’yı ara sıra Zile Ulu Camiinin şadırvanında abdest alırken görürdüm. Dev gibi iri cüsseli, esmer, yuvarlak yüzlü, kalın dudaklı, sarkık yanaklı bir ihtiyardı.

Onların oturduğu semt bizden uzak ve aramızda bir irtibat yoktu. Demir Ağa’nın beni tanımaması lazımdı. Ama öyle olmadı. Demir Ağa, bana hitaben “Ne o Alim Amuca, nereye büüle gidersin?” dedi. Beni tanıması ve ismimle hitap etmesi karşısında şaşırdım. Biraz durdum, toparlandım.
- Demir Amuca, İstanbula giderim.
- Ne yapacan İstanbol’da?
- Bahriye Gediklisi olacam Demir Amuca.
- İi ii, aferim..
Yanımdaki tahta bavulu işaret ederek “Ver bakayım şu bavulu” dedi.
- Kaça aldın bunu?
- Komşu verdi Demir Amuca.

O sırada Zile ile İstasyon arasında faytonlarla yolcu taşınırdı. Parası olan bunlara biner, kasıla kasıla istasyona giderdi. Demir Ağa boş bir faytona elini kaldırarak durdurdu. Benim tahta bavulu faytona koydu. “Ben de istasyona gidecem, orda işim var. Sen de pin Alim Amuca” diyerek koluma dokundu. Bu emrivaki karşısında istemeye istemeye faytona bindim. İstasyona yol alırken, “Aah Alim Amucacıım Alla raamet etsin Rumelideken bizi çok kolladı. Çok ii adamdı” dedi. Bunları söylerken gözlerinin yaşardığını gördüm. İstasyona giderken o yanımdaydı.

Biraz sonra tren geldi. Birkaç yolcu aceleyle trene bindiler. İlk defa trene biniyordum. İçimde karışık duygularla bu efendi, kadirşinas Rumeli Mübadil Çingenesinin elini Halim dedemin elini öper gibi öptüm. Başımı okşadı, bana selamet diledi. Tren giderken pencereden ona baktım. Mendiliyle gözyaşlarını siliyordu.

Bu Rumeli terbiyesi almış yaşlı insanın görüntüsünü yıllardır unutmadım. Rahmetle anıyorum.